
“Aaaaa Mozart’tan Requiem çalıyor!”

Borusan’ın Çocuk Sanat Atölyesi 1997-2006 yılları arasında, kendisinin kurup çalıştığı sıralarda Beyoğlu’nda ana cadde üstündeydi ve dar gelirli okullardan da çocuklar geliyordu, sokak çocukları ile de çalışmalar yapıyordu. O yıllarda ayakkabı boyacısı bir çocuğun köşedeki müzik evinden gelen ezgileri tanıyıp “Aaaaa Mozart’tan Requiem çalıyor!” diye heyecanla haykırması sıradan olaydı çünkü Ahmet, her Perşembe büyük müzisyenleri tanıttığı sanat atölyelerine düzenli olarak katılıyordu ve elbette ki tek tanıdığı Mozart da değildi. Bu, Sonja ve ekibi için sıradan olaydı ancak İsveç’ten onları ziyarete gelmiş sanatçılar için hiç de alelade bir şey olmadığı gibi hayretler içinde, çığlık çığlığa tanık oldukları “mucizeyi” dile getirmişlerdi.

Merhum Asım Kocabıyık ülkenin önde gelen sanayicilerinden, aynı zamanda sanat ve müzik aşığı, büyük bir hümanist idi. Beyoğlu’nun üstünde sahip olduğu koca bir binanın birkaç katını birden İstanbul’da müziğe ilgili herhangi ve herkesin kullanımına açık olacak şekilde tahsis etti
Muazzam bir Klasik müzik kütüphanesi oluşturuldu. Bunun yanı sıra doğadan sesler, çeşitli ülkelere özel etnik müzikler, caz müzik, vb., müthiş bir arşivi kullanıma sundu. Zemin katı ise son derece çağdaş hatta çağın ilerisinde bir sanat galerisi olarak hizmet verdi
Bir katını kendisi ofis olarak kullanıyordu. Ancak kendi odasıyla bitişik olarak kullanıma sunduğu geniş, ferah ve aydınlık alanda ise ağırlıklı olarak Beyoğlu bölgesinin arka sokaklarındaki devlet okulları öğrencileri yine ücretsiz olarak yararlanabiliyordu. Bolca sanat malzemesi satın alınıyordu, sağladığı maddi destek ile. Müzik ve plastik sanatlar çalışmaya gelen çocuklara ayrıca kek vb yiyecekler ile süt veya meyve sularından oluşan atıştırmalıklar sunuluyordu.

Borusan Kültür ve Sanat Merkezi’nde ayrıca “Müziğin Rengi” adında, kısa zamanda efsaneleşen bir çocuk sanat atölyesi kurulmuştu. Borusan Kültür ve Sanat Merkezi, iddialı eğitim programları, kurum sahibinin ardı arkası kesilmeyen her türlü desteği ve kurum çalışanlarının aynı bir aile ortamı sıcaklığı ile desteğini sunmasıyla kısa zamanda öncü bir oluşum haline geldi
O zamanlar Halkla İlişkiler Müdürü olan, bizim en büyük güç kaynağımız, oranın “beyni”, çocukların karnının doymasından sanat malzemelerine, okuldan atölyeye ve atölyeden okula servisle nakline dek tüm konularla ilgilenen Teri ablası, ödevine destek olan teyzesi, “hasansör”e binmesine yardımcı olan Teri’si, çok sevgili Teri Sisa Mason, bu sözler ile değerlendirmişti o yıllardaki atölyemizi: “Bu hayatta biz çocuklara bir pencere açtık. Böyle bir dünyanın da varlığından haberdar oldular en azından… Belki bu bir insan ömründe kazanç olacak ki olabilecek en büyük kazançlardan biri, para ile ölçülemeyecek kadar büyük bir kazanç, kültür sahibi olmaktı. Özgüven kazandılar, hayatlarında çok şeyler oldu“
“MÜZİĞİ DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI!“
14 yaştan müziği dinlerken hissettiklerinin dökümünden birkaç örnek vermek gerekirse;

“Ben bir sevgiyi, sevinci ifade ederek; kızgınlıkla
öfkeyi karıştırarak kendimi gösterdim. Ama bununla beraber müzik olunca daha da başka şeyler meydana çıktı. Işığın kamaştırıcı rengiyle resim yapmayı severim. Dağ resimleriyle zikzaklar çizerek duygumu belli ettim.”
“Kırmızı, bana duyguların rengini anlatıyor. Önemli ve çok güzel bir renk olarak görüyorum. Kırmızı her renge bağlıdır. O, renklerin birleşimi ile "çok güzel bir tonlama çıkabilir. Kırmızı ile bir rengi birleştirirsek çok önemli ve değişik renkler çıkabilir. Ben her rengi seven bir insanım. Renkler, resmin ana fikridir. Hiçbir renk çirkin değildir. Yeter ki o rengi güzel yerlerde kullan. Güzel yerler dediğim renklerin birbirine uyumlu ve açık kapalı fark etmez... Önemli olan yerinde kullanmaktır.”
“Burada anlatmak istediğim benim duygularım değil, sadece bir hissi anımsatmak ve benimsetmektir. Şudur; öfkelenenin sinirlenerek
hiddetle dışarıya vurduğudur. Ortadaki kabartı onun kalbinin göstergesi olduğu ve sinirden içinin içini yediği ve psikolojik bakımdan kendine zarar verdiğinin göstergesidir.”


BORUSAN’ın da bizzat sponsorlarından olduğu, çalışılması için malzeme ve ortam sağladığı ve o zaman için Dünya’da ilk (!) olan Koman Vakfı “BIS”, Beldemiz İçin Sanat Çocuklarla Heykel Projesi için lütfen tıklayınız.
SAYFA BAĞLANTISI GELECEK


Sonja Böhlander Tanrısever, UNICEF, UNESCO, Art Child işbirliğinde Uluslararası Fresk Yarışmasında Türkiye proje sorumluluğu görevinde olduğu sırada çocuklarla çalışmalarını BORUSAN çatısı altında gerçekleştirdi. İncelemek için lütfen tıklayınız: SAYFA BAĞLANTISI GELECEK
Aşağıda ilkokul birinci sınıf çocuklarının bir sergisinden kesit. Profesyonel sanatçılarınki gibi değil mi yaptıkları işler? Peki eserlerin sergilenişi? Yan yana asılması seçilen eserler, aralarındaki espas… İşte o da oranın kalitesinden kaynaklanıyordu.




“KURSA GİDEREK #NOTA OKUMAYI ÖĞRENDİ”

Çocukların Sadettin Abisi, bizlerin elimiz, kolumuz, ayağımız. Her zaman güler yüzlü, hep yardımsever nasıl olabilir ki bir insan? Olabilir, işte örneği karşınızda, yukarıda.
“#Nota arşivciliğini, #perküsyon setlerinin kurulmasını öğrendi. Etrafındakileri şaşırtmaya devam ederek kursa gidip nota okumayı söktü. Orkestra kabuğu imalatı da gerçekleştirdi. Yani yarım ay şeklindeki bir sahneyi platform ve panellerini de çakarak kendi kendine kurabiliyordu. Yaylı sazların yerleşimiyle ilgili atölyelere katıldı. Rüzgar çanı ve dalga sesi çıkaran aletler bile üretti. Hatta orkestra şefi ve üyelerinin vücut yapısına uygun, saatlerce çalmalarına olanak veren özel sandalyeler tasarlamayı ve ucuza imal etmeyi bile başardı” “Bu arada sahne şefliğine başlarken 16 kişilik bir oda orkestrası olan Borusan da zaman içinde 88 kişilik bir filarmoni orkestrasına dönüşmüştü. Yükü artmasına rağmen öğrenmekten ve merak etmekten hiç vazgeçmedi Günay. Şimdi aynı zamanda orkestranın “notist”i. Yani bütün üyelerin ve şefin notalarından o sorumlu: ‘Bazen sabahlara kadar oturup nota hazırlıyorum.’ Hazırladığı nota ciltlerinin işi bittikten sonra kütüphaneye koyuyor. Nota bulmak çok zor ve pahalı olduğu için konservatuvar öğrencilerinin de epeyce hayır duasını aldı” “Rahmetli Erdal İnönü hiçbir konserimizi kaçırmazdı ve beni gördüğü zaman ‘sen yine çok faalsin’ derdi” sözleriyle çalışma temposunu özetliyor Sadettin Günay: “Zamanım olsa beste de yapardım. En büyük hayalim kendi konser salonumuzun olması. Belki o zaman bu kadar koşturmak zorunda kalmazdım” “İstanbul’a gelene kadar klasik müziğe sadece TRT 2’deki pazar konserlerinden aşina olan Günay’ın şimdi bin CD ve 500 DVD’den oluşan bir koleksiyonu var. Fazıl Say ve İdil Biret gibi ünlü solistlerin albümleri adına imzalı. Küçükköy’de oturan Günay, Zeynep (11) ve Umut’un (16) babası. Eşi ev hanımı. “Çocuklarım da dahil olmak üzere kimseye müzik tutkumu aşılayamadım. Klasik müzik çalarsam, ‘Baba bu ne ya’ diye isyan ediyorlar. Ben de arabada dinliyorum. Bazen memleketim #Bartın’a gittiğimde arabayı deniz kenarına çekiyorum ve müziği sonuna kadar açıyorum. Operayı çok severim. Leyla Gencer ve Cecilia #Bartoli’ye bayılırım. En sevdiğim besteci Beethoven. İmkanım olsa keman çalmak isterdim. Keman müthiş bir enstrüman, sizi isterse güldürür, isterse ağlatır”
“Sadettin Günay doğma büyüme Bartınlı. 25 yaşına kadar Bartın’dan dışarı adımını atmadı. Bir deniz şehrinden geldiği için İstanbul’da kaptanlık ya da da balıkçılık yapacağını düşünüyordu. Olmadı. 1997’de Beyoğlu’ndaki Borusan Kültür Sanat’ın temizlik kadrosunda göreve başladı. Binnaz Tukin ve Beral Madra gibi isimlere yardım ediyordu. “Bu sayede, Türkiye’ye gelen çağdaş sanat eserlerine ilk benim elim değiyordu” diyor” “Günay’ın çalışkanlığı kısa zamanda fark edildi ve söyleşi etkinliklerinin ikram büfesine geçti. Söyleşilerde üniformalı bir garson olarak kurabiye ve çay servisi yaparken, bir yandan da anlatılanları can kulağıyla dinliyor ve çok şey öğreniyordu. Borusan müzik kütüphanesi için de canla başla çalışıyordu. Kısa sürede Borusan Filarmoni’nin o zamanki şefi Sami Caner’in de dikkatini çekti. Ya da bir başka deyişle kader çizgisi değişti” “Marangozluktan tamirciliğe kadar anlamadığı iş, çözemediği problem yoktu. Yeri geldiğinde hemen kravatı çıkarıp matkabı eline alıyordu. Elinden her iş gelen becerikli Sadettin Günay, birdenbire kendisini Borusan Filarmoni Orkestrası’nın sahne kurulum çalışmaları içinde buldu” “Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın Genel Müzik Direktörü ve Daimi Şefi Gürer Aykal da Günay’a emeği geçenlerden. Aykal, şu an hayatta olmayan tonmaister Engin Aksan’dan Günay’a sahne kurmasını öğretmesini istedi”
“Becerikli Bay Sadettin Günay” “Sadettin Günay (41) bir atom karınca. 88 kişilik Borusan Filarmoni Orkestrası’nın eli, ayağı, gözü, kulağı, her şeyi” “Notası kaybolan da, sandalyesi sırtını ağrıtan da ona koşuyor. Orkestrada herkesten ve her şeyden o sorumlu, her türlü eksik gediği o kapatıyor. Günay, temizlikçi kadrosuyla girdiği Borusan’da kısa sürede Filarmoni Orkestrası’nın sahne amiri olmayı başardı. “Klasik müzikten önce klasik müzikçiler sevdi beni” diyen Günay, tanışıp etkilendiği isimleri başına “Sayın” koymadan anmıyor. İşte Bartınlı genç bir adamın bazı “Sayın”lar sayesinde değişen hayat çizgisinin hikâyesi” Çok şaşırtıcı yönleri de vardı Sevgili Sadettin Bey’in. Onu da biz söylemeyip direkt Hürriyet Gazetesi’nim bir 2009 haberini olduğu gibi paylaşalım: http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/becerikli-bay-sadettin-gunay-13253384

(Google Photos)
Özel okullarda okuyan prenslerle, prenseslerle de çalışmışlardı, daha çok küçük yaşta çalışmak mecburiyetinde olan çocuklarla da, sokak çocuklarıyla da. Unutulmaz izler bırakmıştı Sonja ve başta kızı olmak üzere tüm ekibinde.